9 Şubat 2021 Salı

Minik Lezzet Paketleri (Starbucks Severler Toplanın!)

 Hello! Ben geldim. Bu gün Starbucks aşıkları için minik bir yazı düzenlemek istedim. Bildiğiniz gibi son yıllarda Starbucks kahveleri hayatımızın büyük bölümünde yer almaya başladı. Şahsen ben içmediğim zaman eksiklik hisseden bir kahve kolik olarak günde bir sütlü filtre kahve veya bir Blonde Latte olsa da içsem diyen biriyim. Özellikle bu pandemi döneminde evlerimizde kaldığımız, dışarı minik bir adım atmakta tereddüt ettiğimiz bu dönemde benim gibi kahve severlerin yüzünün asık olduğunu hayal edebiliyorum. 😔 Kafelerin de tamamen take away olduğu, bir şey alsanız kenarda köşede yemek zorunda kaldığını bu esnada Starbucks mükemmel bir ürün tanıttı bizlere. Migroslarda (en azından benim ulaşabildiğim market) bir Starbucks standı açıldı. Bu standta Starbucks'ın en çok tercih edilen ve sevilen kahveleri olduğunu düşündüğüm kahvelerin minik pakette, sıcak su ile hazırlayabileceğiniz seçenekleri bulunuyor. Şu an benim ulaşabildiğim ve gördüğüm beş seçenek var. Bunlar; Caffe Latte, Cappuccino, Vanilla Latte, Caramel Latte ve Caffe Mocha.  



Aralarından en çok sevdiklerimin ise Caffe Latte ve Cappuccino olduğunu söyleyebilirim. Ben kahvemi şekersiz içmeyi tercih ettiğim için içerisinde şeker olan kahveleri pek sevemiyorum. Ancak siz şekerli kahve içmeyi seviyorsanız. Diğer seçeneklerin tam size göre olduğunu söyleyebilirim. Şekerli diyorum ancak gerçekten sizi bayacak derece bir şeker oranı bulunmuyor. Yalnızca Caramel Latte içme fırsatım olmadı. Vanilla Latte ve Mocha seçeneklerini denediğimde beni aşırı derecede rahatsız eden bir şeker oranı olmadığını söyleyebilirim. O yüzden içiniz rahat bir şekilde içebilirsiniz. Benim gibi şekersiz kahve tercih edenler ise başta söylediklerimi gerçekten seveceğinizi düşünüyorum. 😍



Ayrıca kahvenizi yaptığınızda enfes bir süt kokusunun geldiğini belirtmek istiyorum. Bir an kendinizi Starbucks'ta kahvenizi almış dinlendirici müzik eşliğinde keyif yaparken buluyorsunuz. Bu minik hayat kurtarıcı lezzetleri yapmak için Starbucks, Nestle ile anlaşmış. Nestle zaten sıcak su veya süt ile yapılan içeceklerde gayet başarılı. Bu kahveleri de başarılı bir şekilde üretmiş gerçekten. Şu an kahvelerin tanesi 3,45 TL. Aslında birden fazla aldığınızda Starbucks'ta sadece bir kahve için ödemiş olduğunuz parayı ancak ödüyorsunuz. O yüzden bir tık daha ekonomik gelebilir. Yine de Starbucks'ta aldığınız taze kahvenizin asla yerine geçebileceğini düşünmeyin. 😂 Herkese bu pandemi döneminde sağlıklı günler dileyerek yazımı bitiyorum. Hepinize bol kahveli ve keyifli günler ! 🙏🎉


7 Temmuz 2019 Pazar

Umudun Başladığı Nokta

Yine blog sayfamı uzun süredir ihmal ediyorum. Bir türlü sizlerle yazılarımı paylaşamıyorum ve sayfamdan koptuğumu hissediyorum. Hayatta en sevmediğim şeylerden biri belirsizlik. Bu sayfamda da bunu büyük ölçüde yaşıyorum, bu da beni mahvediyor diyebilirim. Sayfamda bir türlü hangi konsepti işlemem gerektiğine karar veremedim. Ne tür yazılar paylaşmalıyım, ne tür konular işlemeliyim bunlar kafamda sürekli soru işareti olmaya devam ediyor. Bir yandan yazmayı çok seviyorum. Sizlerle bir şeyler paylaşmak, beğeninizi kazanmak çok hoşuma gidiyor fakat bu işi devamlı yapmalıyım farkındayım. O yüzden aklıma geldikçe yazılar yazmaya başlayacağım. Kendimce zor bir süreçten geçiyorum. Duygularımın yoğun olduğu, üzerime geldikleri, beni çaresiz bıraktığı bir dönem bu. O yüzden elim tuşlara değemiyor. Aslında bu dönemlerde yazmak çok etkili derler, içimizdekileri akışına bırakmalıyız belki de. Ama insanın içinde bir dürtü olmaz, canı hiçbir şey yapmak istemez ya işte aynen öyle bir dönemdeyim. Sıkılıyorum ve sıkıntımı geçirmek için yapacak hiçbir şey gelmiyor elimden. Böyle bir paradoksun içine hapsolmuş durumdayım ve ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Bir şeyler içimi sıkıyor sanki bedenime halatlar dolanmış ve biri o halatları sürekli çekerek beni boğuyor gibi hissediyorum. Bu durumun geçeceğini biliyorum. Bunun bir süreç olduğunu biliyorum. Belki siz de böyle hissetmişsinizdir hayatınızın belli dönemlerinde bilmiyorum. Ama eminim bir yerlerdesiniz ve bu yazımı okuyorsunuz. İşte bunu bilmek bile benim için minik bir umut....

7 Şubat 2019 Perşembe

Romantik-Komedi Sevenleri Böyle Alalım

Herkese merhabalar upuzun bir aradan sonra tekrar sizinleyim. Blog sayfama bir süredir zaman ayırma fırsatı bulamadım, bunun için de sizden öncelikle özür diliyorum. Bundan sonra biraz daha düzenli yayınlar yapmaya çalışacağım. Şimdi ise bu yazımda size çok ama çok sevdiğim, kitaplarını okurken bir o kadar zevk aldığım, aynı anda hem üzülüp hem gülebildiğim birbirinden şeker Sophie Kinsella eserlerinden biri olan Numaran Bende Var  (I've Got Your Number) kitabını anlatacağım. Şuan kargoda olan iki Sophie Kinsella kitaplarımı da okuduktan sonra sizlerle paylaşmayı düşünüyorum.

Öncelikle belki duymamış olabilirsiniz. Sophie Kinsella İngiliz, romantik-komedi (ki bu türlere çik-lit edebiyatı da deniyor) kitapları kurgulayan başarılı bir yazar (kitaptaki biyografi kısmını fotoğrafta veriyorum). Kitaplarını modern aşk hikayeleriyle donatmakta oldukça başarılı ancak hikayeleri herkese hitap etmeyebilir. Herkesten kastım ise beylerden bahsediyorum tabi. Çünkü cicili, aşklı, böcekli kitaplar okumaya karşı maalesef böyle bir ön yargıları olabiliyor. Bu sebeple biz kadınların daha çok hoşuna gidebilecek bir tür diyebilirim. Ayrıca Kinsella, kitaplarında bütün zorlukların karşısında dik bir şekilde ayakları üzerinde duran kadın karakterler yaratmayı da oldukça seviyor görünüyor. Bazen onların yerinde olup, sahip oldukları hayatı yaşamak isterken bulabiliyoruz kendimizi. Bu yönden eserlerinde yer verdiği kadınlara özellikle hayranım diyebilirim.

Numaran Bende Var ise okurken resmen romantik-komedi filmi izliyormuş havası yaratan kitaplarından biri. Aslında bu zamana kadar okuduğum tüm Sophie Kinsella kitaplarında film izliyor gibi hissettim. Hatta kitapları bittiği zaman içimde bir burukluk hissediyorum diyebilirim. Bu aslında kitabın sizi ne kadar sarıp sarmaladığının, sizi hikayenin içine ne denli çektiğinin bir kanıtı olarak karşımıza çıkıyor ki günümüz kitaplarının çoğunda bu yok denecek kadar az bence.


Söz konusu kitabımıza dönecek olursak. Kitabın ana karakteri Poppy, bir fizyoterapi merkezinde çalışan, bir akademisyenle nişanlı olan ve başına geleceklerden haberi olmayan genç bir kadın. Bir gün kız arkadaşlarıyla yaptıkları ufak bir kutlama esnasında nişan yüzüğünü kaybediyor ve bütün dünya başına yıkılıyor. Üstüne yüzüğünü bulmaya çalışırken telefonunu çaldırıyor ve olaylar daha kötü bir hal alıyor. Ansızın bir çöp kutusunda sahipsiz bir telefon buluyor ve telefonu kullanmaya karar veriyor. Ancak telefonun ünlü bir danışmanlık şirketi sahibi, başarılı bir iş adamının asistanına ait olduğu ortaya çıkıyor. Adam telefonu geri almakta ısrarcı davranınca Poppy'nin başına hiç tahmin edemeyeceği ilginç olaylar serisi gelmeye başlıyor. Bundan sonrasını ise okuyarak öğrenmenizi tavsiye ediyorum.


Kitap o kadar eğlenceli ki elinizden bırakasınız gelmiyor. Mesela çok güzel bir dizi bulursunuz ve izlemeye ara verdiğiniz zaman aklınız hep bir sonraki bölümün nasıl olacağı, olayların nasıl devam edeceğinde takılı kalır. Diziyi sürekli izlemek ister, olayları bir an önce öğrenmek istersiniz. İşte bu ve diğer Sophie Kinsella kitaplarında da benim hissettiğim bu durum. Eğer gerçekten yorgunsanız, veya yoğunsanız ancak kitap okumaya ayıracak ufak bir zamanınız varsa bu tarz kitaplar sizi gerçekten rahatlatacaktır. Ben uzun süredir bu yazarın kitaplarını okuma fırsatı yakalayamadığımı fark ettim ve beynimi hem okuyup hem de eğleneceğim hikayelerle meşgul etmek istedim. Gerçekten de okumayı özlediğimi fark ettim ve hemen üç kitap siparişi daha verdim. Son olarak ufak bir tavsiye vermek istiyorum. Bazen hayata ufak bir ara vermek bize çok iyi gelebiliyor. Verdiğimiz arayı da kitaplarla taçlandırmak gerçekten hayattaki en büyük zenginliklerden birisi.

11 Aralık 2018 Salı

19. Yüzyılın Psikiyatristleri "Ruh Avcıları"

Merhabalar, size bu yazımda izlediğim diziden yola çıkarak öğrendiğim bir takım ilginç bilgiden bahsetmek istiyorum. Eğer aranızda Netflix'i ve çıkardığı dizileri takip edenleriniz varsa "The Alienist" yani "Ruh Avcısı" dizisini görmüştür. İşte ben de bu diziye başlayıp oldukça beğenenler arasındayım. Dizi aslında psikolojik- gerilim ve polisiye türlerini içeriyor. Aynı zamanda 1994 yılında Caleb Carr tarafından yayımlanan kitaptan uyarlanmış. Filmin başrollerinde ise Daniel Brühl, Dakota Fanning ve Luke Evans bulunuyor. Üçünün de oyunculukları gerçekten takdire şayan diyebilirim. İzleyecekler varsa spoiler vermeyi sevmeyen biri olduğum için sadece konusu hakkında ufak bir bilgi vererek, asıl benim dikkatimi çeken noktaya varmak istiyorum.
 

Dizi 1896 yılında Manhattan'da geçiyor. 13 yaşında bir erkek çocuk karlı ve soğuk bir havada Williamsburg köprüsünde kadın kıyafetleri içerisinde ölü bulunuyor. Bu durum şehirde oldukça büyük yankı uyandırıyor. Çocuğun ise kadın kıyafetleri içerisinde olmasının sebebi, bir genelevde çalışıyor olmasıyla öğreniliyor. Ardından bu şekilde bir kaç çocuğun öldürülmesiyle olaylar büyüyor. Böylece başrollerimiz Daniel Brühl (psikiyatrist), Harvard Üniversitesi'nden tanıdığı Luke Evans (New York Times Muhabiri) ve Dakota Fanning (Emniyet Müdürü Sekreteri) bir araya gelerek olayları çözmeye, seri katili bulmaya ve daha da derinlere inmeye başlıyorlar.

                                         İlgili resim

Dizinin başında dikkatimi çeken bir açıklama yazıyordu. Bu açıklama şuydu; "19. yüzyılda zihinsel rahatsızlıkları olan insanların, toplumdan, kendi doğalarından ve ruhlarından uzaklaşmış insanlar olduğu düşünülürdü. Bu sebeple onları tedavi eden uzmanlara o dönemde "ruh avcısı" denirdi". Bu açıklama gerçekten çok ilgimi çekti ve biraz araştırma yapmak istedim. Kitap yazarının da "kitabımda yazdığım hikaye dışında her şey doğru" şeklinde yaptığı açıklama aslında ruh avcılığı olayını kanıtlar nitelikte. Toplum normlarına göre hareket etmeyen insanların genel olarak topluma yabancı kişiler olarak adlandırılmalarına rastlamışsınızdır. Yani o dönemde yaşayan ve zihinsel problemleri olan insanlar topluma uygun davranış ve düşüncelerde bulunmadıkları, şiddete, cinselliğe, öfkeye, suç işlemeye hatta cinayet işlemeye meğilli olabilme ihtimalleri bulundukları için ruhlarında bir problem olduğu düşünülüyormuş. Bu sebeple günümüzün psikiyatristleri yani o dönemin ruh avcıları, bu kişileri tespit ederek onları ruhları (aslında zihinlerini) düzeltmeye çalışırmış. Psikiyatristlerin aslında bu dönemlerde yaşanan olaylarda, suçluları bulmada oldukça katkıları olduğu söylenebilir. İşte dizimizdeki takıntılı ruh avcımızda daha önce cinayet işleyen hastalarını inceleyerek ve kıvrak zekasını kullanarak, takım arkadaşlarıyla beraber bu katilin peşine düşüyor. Lafı fazla uzatmadan dizinin eski dönemlerde geçen psikolojik-gerilim dizilerine benzediğini klasik bir polisiye dizisi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ama sürükleyiciliği konusunda kesinlikle yüksek bir puanı hak ediyor. Bu sebeple izlemek isteyen herkese tavsiye ediyorum.
                              
  mental disease 19.century ile ilgili görsel sonucu
                           1890'larda bir akıl sağlığı merkezi

Merak Edenler Dizinin Fragmanına Buradan Ulaşabilir

4 Aralık 2018 Salı

Edebiyat ve Kahve Severlere Duyurulur !

Bugün D&R mağazasını gezme fırsatı buldum. Malumunuz yılbaşı yaklaşıyor ve tatlış süsler ve hediyeler raflarda yerlerini aldı. Ben de 2019 takvimi bakmak için gittiğim mağazada aşık olduğum bir seri ile karşılaştım. Adı Portreler Serisi Kahve Fincanı serisi ve Can Yayınları tarafından çıkarılmış. Gerçekten çok güzel düşünmüşler. Benim sadece dört çeşidini inceleme şansım oldu. Belki sizin gideceğiniz mağazada daha fazla çeşit olabilir ama benim gittiğim mağaza biraz küçük olduğu için çeşitler hakkında çok fazla yorum yapamayacağım. Belki de sadece bu dört seçeneği vardır. Porte olarak birbirinden değerli ve başarılı dört yazarımızı kullanmışlar. Bunlar; Jane Austen, Franz Kafka, Edgar Allan Poe ve Dostoyevski. Hepsini gerçekten çok başarılı buluyorum ve çok seviyorum. Fakat benim gönlümde yatan yazar her zaman Jane Austen olmuştur. Yazdığı birbirinden şahane eserlerle, hayata karşı duruşunu hiç bozmamasıyla, zamane kadınlarına öncü olarak ve cesaretini ortaya katarak korkmadan kendi ayaklarının üzerinde durmayı başarmasıyla benim için çok büyük bir rol model olmuştur. Üzerine de yazdığım akademik yazılar sayesinde hayatını inceleme fırsatı bulmuştum ve bu beni ona daha da yakınlaştırmıştı. Bu yüzden ben Jane Austen kahve fincanını seçtim. Artık kahvemi içerken her zamanın onu ve onun güçlü duruşunu hatırlayacağım. E tabi ki bunu bana yılbaşı hediyesi olarak alan biricik sevgilime de buradan teşekkürlerimi iletmeden olmaz. Siz de bu güzel kahve fincanlarından kendinize alabilir, veya bir sevdiğinize armağan edebilirsiniz. Herkese bol köpüklü, keyifli ve edebiyatlı kahveler  !



1 Aralık 2018 Cumartesi

Adım Adım İngiliz Edebiyatı ve Orta Çağ

Bugün Orta Çağ İngiliz Edebiyatı'ndan başlayacağız serimize. Öncelikle kaynak olarak üniversitede bana bu dersi veren çok değerli hocamdan aldığım şahane bilgileri sizlere sunacağım. Onun yıllarca biriktirdiği zengin bilgileri şüphe duymadan sizinle paylaşacağımı bilmenizi isterim. Bu seri sayesinde aynı zamanda İngiliz Edebiyatı üzerinde bir gezintiye çıkarak genel bir bakış atmış olacağız. Sizi de bu konuda zenginleştirmek beni oldukça mutlu edecek. Tabiki bu konular hakkında yazmak sayfalara sığmaz. Fakat ben size kısa ve öz olarak, okurken sıkılmayacağınız şekilde yazmaya çalışacağım. E o zaman başlayalım;
                            
                                 
                                                    Photo by www.medievalists.net

Öncelikle İngiltere'nin eski zamanlarından bahsetmek gerekiyor. Bildiğiniz gibi bu bölge aslında Büyük Britanya veya Birleşik Krallık olarak geçen bir ada ülkesi. İngiltere, İskoçya ve Galler adalarından oluşan büyük bir kara parçası. İrlanda da bu adaya komşu olan diğer adadır. Zamanında bu kara parçası pek çok göçlere ve istilaya uğramış. İngiltere üzerinde ilk önce Keltler yaşarmış ancak bu topluluğun nereden  geldiklerine veya kim olduklarına dair ayrıntılı bir bilgim yok maalesef. Ardından 5.yy civarında Anglosaksonlar İngiltere'ye yerleşmişler. Aslında bu insanlar Alman kabilelerinden oluşan insanlar. Böylece Keltler ve Anglosaksonlar bir arada yaşamaya başlamışlar. E tabi böyle bir istilayı gören Vikingler de rahat durmamış ve Norveç üzerinden adaya saldırmaya başlamışlar. Böylece İngiltere aslında pek çok farklı insanın yaşadığı ada haline gelmiş, aynı bizim de Osmanlı döneminde farklı etnik ve ırk grubundan insanların bir arada yaşadığı gibi. Farklı istilalar doğal olarak adada bir yaşam ve iktidar savaşına sebebiyet vermiş. Böylece edebiyat veya diğer sanat türlerine fazla ayrılan bir zaman olmamış 7. yy'a kadar. Fakat bu durumu değiştiren bir olay gerçekleşmiş: Romalı İstilası. Bu istila ardından İngiltere'de büyük ölçüde değişiklikler meydana gelmiş. Öncelikle Romalılar kendi dilleri olan Latince'yi ülkeye tanıtmışlar ve dinleri olan Katolikliği. Böylece ülkede üç ana dil konuşulmaya başlanmış: Latince (daha çok iktidarların ve üst tabakanın kullandığı dil olarak), Anglosakson dili ve Kelt dili. Bir de Fransızlar eksikti diyebilirsiniz çünkü bu istilaların ardından Fransızlar da ülkeye göz dikmiş ve 1066 yılında Norman İstilası gerçekleşmiş. E tabi onlarda kendi kültürlerini ve dillerini getirmişler. Hatta İngilizce'ye çoğu Fransızca kelime bu istila ardından geçmiştir. Sonuç olarak Orta Çağ İngilizcesi kısaca Latince, Anglosakson,Kelt ve Fransızca dillerinden oluşan bir kombinasyon haline gelmiş. Bunları neden anlatıyorsunuz diye soracak olursanız, eğer tarihi bilmezsek edebiyatı anlamamız ve öğrenmemiz bir nevi imkansız hale gelir. Bu yüzden yüzeysel de olsa tarih hakkında bir şeyler bilmemiz gerekiyor.

                             
                                                                 (Romalıların İstilası)

Şimdi yavaşça edebiyatın oluşumuna gelebiliriz. Yukarıda bahsettiğim gibi Romalıların istilası gerçekten edebiyat açısından ülkede önemli değişikliklere sebebiyet vermiş. Bazı yazı stilleri edebiyata tanıtılmış. Örneğin form ve içerik bu dönemde edebiyata girmiş ki bu terimler edebiyat için yapı taşlarıdır aslında. Formdan kasettiğimiz de tabiki o dönemin epik şiirleri. Tabiki form illa şiir olmak zorunda değil, roman olabilir, drama olabilir. Form aslında bir nevi yazının türüdür. İçerik ise yazdığımız yazının hikayesidir. İlk zamanlarda sözlü olarak anlatılan destanlar yazının yavaş yavaş edebiyat içerisine girmesiyle yazılı bir hale dönüşmüş. Anlatılan destanlar da aynı bizim destanlarımızda olduğu gibi kahramanlık hikayelerinden, savaşlardan ve zaferlerden oluşmuş. Edebiyatı başlatan ise yazılan dini şiirler olmuş. Bu şiirler ile Tanrı'ya övgü ve şükranlarını iletmeye çalışmışlar. İlahiler yazarak Tanrı'ya dualar etmeye başlamışlar. Böylece edebiyat kulaktan kulağa değil, el yazmaları sayesinde daha kalıcı bir hale gelmiş. Tabi zaman içerisinde yaşanan yağma ve yangınlardan kurtarılabildikleri kadar günümüze kadar ulaşmayı başarabilmişler.

                                                  
                                        Arthur Pendragon by MiguelCoimbra on deviantART

Asıl konumuz olan Orta Çağ Edebiyatı'nda ise meşhur olan Kral Arthur'un destanlarıdır. Kudretli Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri. Hatta yakın geçmişte filmi de çekilmişti, belki izleyenleriniz vardır. Kral Arthur zamanın en yüce en güçlü, en erdemli, en nazik, en cesaretli ve bir o kadar da çapkın kralıymış. Ülkesi için yaptıklarını insanlar anlatmakla bitiremezmiş. Hatta medyum Merlin'in Arthur'un doğumunu ön gördüğü söylenir. Rivayete göre gökyüzünde parlak bir yıldız kayar. Bu yıldız kudretli Arthur'un doğumunun habercisidir. Merlin ise bu rivayetten sonra ortadan  kaybolur. O dönemin destanlarında ise günlük hayat konu olarak seçilmiştir ve aslında her bir destanda insanlara verilen mesajlar vardır. Sir Gawain ve Yeşil Şövalye Destanı benim en çok dikkatimi çeken hikayeydi mesela. Dinlediğinizde gülüp "Saçmalığa bak ! Adamın kafası kopuyor ama kolunun altına alıp o şekilde geziyor." diyebilirsiniz ki ben demiştim. Fakat destanın sonunda insanlara erdemli olmanın ne kadar önemli olduğunu gerçekten güzel bir şekilde aşılamaya çalışır. Orta çağda önemli bazı yazarlar vardır. Bunlar Orta Çağ edebiyatının temel taşlarıdır. The Venerable (muhterem) Bede vardır mesela. Historia Esslesiastica Gentis Anglorum (İngiliz Halkı Kilise Tarihi) el yazmasıyla ünlüdür. Aynı şekilde Gildas vardır. İngiliz halkının tarihiyle ilgili eserler vermiştir. Geoffrey Chaucer, Canterbury Öyküleri ile ünlüdür. İlk defa toplumu eleştirmiş, hikayelerinde soylulardan ziyade sıradan  insanları kullanmıştır. Britanya Kralı Alfred de bu dönemde edebiyata oldukça büyük katkıda bulunmuştur. Kendisi aslında çevirmendir. Çoğu Latince eseri Anglosakson diline çevirerek halka ulaşmasını sağlamıştır. Ayrıca gelecek zamanlar için büyük bir miras bırakmıştır. Böylece halkın gözünde oldukça değer kazanmıştır.
                                   
                                    
                                             Yeşil Şövalye photo by wisdomtales.org

Bu dönemlerde destanlar, yazılan epik şiirler ve dini şiirlerden ziyade aslında edebiyata romantizm de girmeye başlamıştır. Kadınlar hikayelere girerek farklı bir renk katmaya başlamıştır. Örneğin beni en çok etkileyen epik şiirlerden olan Troilus ve Criseyde hikayesini kısaca size anlatmak isterim. Öncelikle bu aslında İngiliz Edebiyatı'nda ortaya çıkan ilk aşk hikayelerinden sayılabilir. Geoffrey Chaucer tarafından yazılmıştır. Hatta Shakespeare o kadar etkilenmiştir ki bu hikayeyi tekrar kendisi de yazmıştır. Hikayeye göre Truva'da yaşayan Troilus ve Criseyde adında birbirini seven bir çift varmış. Criseyde'nin babası o dönemin saygın adamlarından biriymiş fakat Truva Savaşı'nda Yunanların savaşı kazanacağını anlayınca Yunan tarafına geçerek kendi tarafına bir nevi ihanet etmiş. Kendi hayatını da kurtarabilmek için Yunanistan'a taşınmaya karar vermiş kızıyla birlikte. O sırada aşık çiftimiz ise evlenme kararı almışlar fakat babasına boyun eğmek zorunda kalan Criseyde babasıyla birlikte mecburen Yunanistan'a taşınma kararı almış. Taşınmadan önce de Troilus'a savaş bittikten sonra geri döneceğine dair söz vermiş ama bir daha asla geri dönmemiş. Çünkü Yunanistan'da saygın bir adam Criseyde'ye aşık olmuş ve onunla evlenme kararı almış. Aşığının evlendiğini duyan Troilus ise kahrından intihar etmiş. İşte böyle etkileyici aşk hikayelerinin olduğu bir dönem olmaya başlamış Orta Çağ Edebiyatı. Ardından da yavaş yavaş edebiyata drama girmeye başlamış. Dramayla birlikte trajedi türü ortaya çıkmış. Roma Draması'nda Seneca bunların en başarılı örneklerini veren oyun yazarı olarak anılmaya başlamış. Şiddeti sahneye taşımaya başlamışlar ve sahnede her şey seyircinin gözü önünde gerçekleştirilirmiş. Yunan ve Roma Draması'nda kaynak olarak da Yunan ve Roma mitolojisinden yararlanılırmış destanlarda da olduğu gibi. Hristiyanlığın İngiltere'ye gelmesinin ardından da dini dramalar ortaya çıkmış ve insanlara dini ve ahlaki mesajlar verilmeye başlanmış. Hatta bu oyunlar kilisilerde oynatılırmış. Quem Quaeritis? (Kimi Arıyorsunuz?) oyunu da Latince ve Anglosakson dilinde verilen ilk eser olarak tarihe geçmiştir. Bu oyunda 3 Meryem (Meryem Ana, Magdalalı Meryem, Aziz Lazar'ın kardeşi Meryem) Hz. İsa'yı ararlar. Böylece İngilizce verilen eserlerin sayısı da türü de artmaya başlar.

                             
                                                      Hz. İsa'yı Arayan Üç Meryem 

Aslında anlatacağım o kadar çok şey var ki. Fakat lafı çok uzatarak sizi de sıkmak istemiyorum. O yüzden Orta Çağ Edebiyatı'nı burada sonlandırarak serimin açılışını yapmış oluyorum. Okuduğunuz zaman "Aaa böyle bir şey de varmış." demeniz benim için yeterli açıkçası. Bu seriden beklentim de bu. Eğer bir yanlışım olduysa anlattıklarımda, lütfen yorumlarda belirtmeyi unutmayın. Paylaşımlar birlikte daha güzel oluyor. Bir sonraki yazım için takipte kalın. Hepinize keyifli okumalar diliyorum.

27 Kasım 2018 Salı

Yeni Bir Edebiyat Serisi Başlatıyorum

Herkese merhaba, bugün size küçük bir bilgilendirme yapmak istedim. Bir süredir paylaşım yapamadığımın farkındayım. Bazı sebeplerden dolayı blog sayfama zaman ayıramadım. Ancak bundan sonra ipleri elime alacağım. Sizlerden de özür diliyorum. Blog sayfamı açtığımdan beri bir konu dikkatimi çok çekti. Yaptığım kitap yorumlamaları üzerinde yoğun bir ilgi olduğunu gördüm. Bu da beni açıkçası çok mutlu etti. Bu sayfayı açtığımda her konu hakkında paylaşımlar yaptığımı yazmıştım ki ilginç gelen konuları sizlerle paylaşmak benim de çok hoşuma gidiyor. Ancak kendi alanım edebiyat olduğu için kitap paylaşımlarıma olan ilgiden çok memnun kaldım. Özellikle de İngiliz Edebiyatı üzerine eğitim aldığım için ve çoğu klasiği okuduğum için sizlerle paylaşmak istedim. Şimdi de yeni bir seri yapmayı düşünüyorum. Yalnızca edebiyatseverlere değil, tüm takipçilerime aldığım eğitimi ulaştırmaya karar verdim. Bundan sonra elimden geldiğince düzenli olarak sayfamda İngiliz Edebiyatının dönemlerini paylaşacağım. Bu dönemler Orta Çağ Edebiyatı’ndan günümüze kadar olan dönemleri kapsayacak. Ardından bu dönemlerde ortaya çıkan edebi akımları ele alacağım ve bu akımların İngiliz Edebiyatı üzerinde nasıl bir etkiye sahip olduğunu inceleyeceğim. Eğer siz de bu dönemlere ilgi duyuyor ve merak ediyorsanız, sayfamı takipte kalmanızı öneririm. Birlikte eğlenerek ve bilgilenerek geçireceğimiz bir edebiyat serisine şimdiden hoşgeldiniz diyor, keyifli okumalar diliyorum.

Minik Lezzet Paketleri (Starbucks Severler Toplanın!)

 Hello! Ben geldim. Bu gün Starbucks aşıkları için minik bir yazı düzenlemek istedim. Bildiğiniz gibi son yıllarda Starbucks kahveleri hayat...